8 Nisan 2015 Çarşamba

ZIKKIMIN KÖKÜ (1992)
























Zıkkımın Kökü; Muzaffer İzgü'nün gerçek yaşamının anlatıldığı biyografik bir yapıttır. 90'lı yılların Anadolu'sunda halkın çektiği yoksulluğu gözler önüne serer. İmgelerle ( renkli balonlar, kırmızı çizme) toplumsal mesajlar vermektedir. 

Küçük Muzo Adana'da yoksul bir ailenin çocuğudur. Babası bekçilik yapar. Annesi de mahalledeki evlere çamaşır yıkamaya gider. Abisi Sefa tek kardeşidir. Ekonomik durumları oldukça kötüdür. Evleri damı sürekli akan bir gecekondudur. Kömür tozundan kömür yaparlar. Muzo arkadaşları tarafından sürekli alay konusu olur. Zekası ile hem öğretmeni hem arkadaşları hemde çevresi tarafından fark edilmiştir. Muzaffer İzgü'nün anlatımına göre babası Adana 'da ilk gecekonduyu yapan kişidir. Abisi sınıfı geçemediği için babası okuldan alır, mahalledeki terziye çırak olarak verir. Muzo annesinin haşladığı mısırları satar, sinemada gazoz satar bir şekilde para kazanmanın yolunu bulur. Ev kirasını bile ödeyemeyen ailesine katkı yapmaya çalışır. kitap okumayı çok sever. Papaz adını taktıkları komşusuna bir süre market alışverişi yaparak para kazanır. Muzo çok iyi yürekli, duygusal bir çocuktur aynı zamanda.  Sinemada gazoz sattığı sırada çöpte bulduğu film şeritlerini kullanarak tahtadan bir düzenek  yaptırarak bu filmi mahallede arkadaşlarına izletip para toplar. Bu parayla çok istediği kırmızı çizmeleri alır. 
Bir gün okuldayken çok yağmurlu bir havada evleri çok soğuk olduğu için ders çalışamayacağından yakınır. Arkadaşı halk evine gidip orada ders çalışabileceğini söyler. O gün kütüphane macerası başlayan Muzo artık boş zamanlarında kütüphanede vakit geçirir. Bol bol kitap okur. Kütüphane görevlisi ile arkadaş olur,evinden  onun yemeklerini getirir. Birgün kütüphaneciye öğretmen olacağına dair söz verir. Küçüklükten beri tek hayali öğretmen olmaktır. Bunun için hep çalışır. Hayaline de ulaşır. Büyüyüp genç bir delikanlı olup yaz tatilinde  köye gelir. Yeni komşularının kızına aşık olur. Okuma sevgisi ağır basan Muzo Diyarbakır Öğretmen Okulu'nu  kazanır. 
Türkiye'nin bilinmeyen yönlerine ayna tutan bir filmdir. Yoksulluk, zorluk içinden çıkan bir başarı öyküsüdür.  Zeki, masum bir çocuğun azim dolu öyküsü.  

Darı var darı 
Hamama girdi kocakarı
Dişleri sarı sarı .. 
                                                        

6 Nisan 2015 Pazartesi

JAGTEN (ONUR SAVAŞI) - 2012


Film 2012 Danimarka yapımı. Başrolde Lucas 40'lı yaşlarda eşinden ayrılmış, sakin bir kasabada anaokulunda çalışmaktadır. Boş zamanlarında avlanmaktan hoşlanır. Anaokulunda sevilen bir öğretmendir. En yakın arkadaşlarından Theo'nun anaokuluna giden kızı Klara, çizgilere basarak yürür ve içine kapanık bir çocuktur. Klara  Lucas'a aşık olur. Anaokulunda bir gün oyun esnasında Lucas'ı dudağını öperek ilk dışa vurumunu yaşar. Birşeylerin farkına varan Lucas Klara'yı yaptığının yanlışlığı konusunda uyarır.  Klara üzerine Klara yazılan bir kalp yapıp Lucas'ın cebine koyar. Ağabeyinin bir gün kendisine gösterdiği fotoğraftan etkilenen Klara öğretmeninden  beklediği ilgiyi göremeyince, öğretmeninin uygunsuz kısımlarını gördüğünü söyler. Bu sıralarda Lucas anaokulundan iş arkadaşı Nadja ile beraberdir. Klara  anaokulu müdürü Grethe Lucas'ın uygunsuz yerlerini gördüğünü Lucas'ı artık sevmediğini söyler.
Grethe hiçbir çocuğun yalan söylemeyeceğini düşünmektedir.. Bu da çevresi tarafından sevilen sayılan Lucas'ın hayatını mahvedecektir. Lucas'ın Klara'ya cinsel istismarda bulunduğunu düşünür. Olayı Lucas'a isim vermeden bildirir. Klara'yı bir psikologla görüştürür. Lucas ne kadar aksini iddia etse de ona inanmamakta direnen Grethe olayı Klara'nın annesi ve diğer velilerle paylaşır. Diğer çocuklarda da zaman içinde aynı hikaye yayılır.En yakın arkadaşları Lucas'a inanmaz.  Lucas işten atılır. Polis tarafından sorguya alınır. Kasaba tarafından dışlanır. Yanında sadece arkadaşı oğlu Marcus'un vaftiz babası Bruun kalmıştır. Kız arkadaşı Nadja'nın bile şüpheye düşmesi Lucas'ın tamamen içine kapanık hale gelmesine sebep olur.  Kasaba halkı suçlamalara kör körüne inanır. Olay oğlu Marcus'un bile babasıyla görüşmesine engel olmuştur. Klara'nın abisi duruma sebep olduğundan habersiz olayı hiç sindiremeyen kişi rolünde.   Oğlunun geldiği birgün polisler Lucas'ı tutuklayarak götürür. Çocukların ortak hikayesi bodrum katında aynı ren koltuk ve aynı renk halıdır. Bodrum katı olmayan Lucas suçlamalardan aklanır. Fakat kasaba ne olursa olsun inanmamaya devam eder. O akşam köpeği öldürülerek evin önüne atılması Lucas'ı yıkar. Noel günü kilisede Lucas arkadaşı Theo'ya  isyan eder. O gece Klara yatağında" özür dilerim Lucas yalan söyledim" tarzında mırıldanması üzerine Theo arkadaşına inanır. Olaylar normale dönmeye başlar.  Bir yıl sonra bir av partisinde ebeveynleri içeride otururken kapıda Klara bekler. Çizgilere basarak yürüyen Klara için odadaki çizgiler çok fazladır. Lucas Klara'yı kucaklayarak içeri geçirir. Kız o esnada bile Lucas'a sarılışında farklı şeyler hissettiğini göstermekte.  olaylar normale dönmüş gibi görünse de bir av sırasında Lucas'ı hedef alan kurşun ıskalamıştır. Güneş ışınlarının yansımasıyla kişiyi seçemez.


Filmde yargılanmak istenen kişi değil de toplum, toplumun vicdanı  gibi yansıtılıyor. Sade, yalın bir dille aslında günlük hayatımızda çoğu kez karşılaştığımız ön yargılarımıza dair ustaca bir gönderme yapılmış.Modern, çağdaş, akıllı diye birçok sıfatı yakıştırdığımız insan bile ön yargılarının pençesine düşüp olayın doğruluğunu yanlışlığını araştırma gereği duymadan karşısındaki kişiye etiketi hemen yapıştırıyor. Güven duygusu hemen yıkılmaya hazır.  Ayrıca sevgisiz ve ilgisiz büyüyen bir çocuğun henüz çok küçük yaşlarda bu sevgi ihtiyacını başka yerlerden karşılamaya çalıştığını görüyoruz. Çok önemli iki soruna parmak basmış bir yapıt. İlgisiz yetişen çocuklar, ön yargının esiri insanlar.

400 DARBE (LES QUATRE CENT COUPS) - 1959



Filme başlamadan önce biraz yönetmenden bahsedelim. Zira film yarı otobiyografi özelliği taşımaktadır. Ayrıca film New Wave akımının öncülerindendir.  Fronçois Truffaut .. Filmin başrolünde izlediğimiz Antoine'de anlatılanın aslında kendisi olduğu söylenir. Zor bir çocukluk dönemi geçiren Truffaut, 16 yaşında Andre Bazin ile tanışması hayatını değiştirmiştir.

Film 1950'li yıllarda Paris'te geçmektedir. 12 yaşındaki Antonie ilgisiz anne üvey baba, katı bir eğitim ortamı, dışlanmış arkadaşlık ilişkileri içerisinde büyüyen bir çocuktur. Teneffüsün bile ceza mı yoksa ödül mü olduğunun tartışıldığı bir disiplin içerisinde eğitim görmektedir. Sürekli annesinin kendisini sevmediğini düşünür.Sevgisiz ve ilgisiz büyüyen bir çocuğun başına neler gelebileceğini izledik.   Bir gün ödev yapmadığı için arkadaşı ile beraber okuldan kaçan Antonie sokakta annesini bir adamla görür. Zaten sürekli aşağılanmakta olduğu okulunda ertesi gün annesinin öldüğü yalanını bile söyler. Anne babanın okula gelmesiyle Antonie'nin yalanı anlaşılır. Bu olaydan sonra işler Antonie için zorlaşır.
 Evden kaçmalar başlayacaktır. Okuldan uzaklaştırma alan Antonie babasının iş yerinden daktilosunu çalar, satıp para kazanmayı düşünür. İşler yine istediği gibi gitmez. Yakalanıp polise teslim edilir. Zaten ilgisiz olan anne baba çocuklarını eğitmenin en iyi yolunun onu korkutarak dize getirmek olduğunu düşünür. Böylece Antonie için ıslah evi macerası başlar. Islah evinde de aynı katı kurallar devam emektedir. Antonie evden kaçtığı dönemlerde sürekli sinemaya giderdi. Filmde  Truffaut'a ait bir detay. Islah evinden de kaçma arzusu devam eder. Onun hayali deniz görmektir. Bu hayaline nihayet ulaşır. Filmin son sahnesinde Antonie denizle buluşur fakat son anda kameraya yansıyan bakışı belki de bu hayalin geçmişiyle geleceğin arasında çaresizliği korkuyu gözlerinde anlatmıştır. Antonie ilk evden kaçıp eve dönmesinin ardından ailesiyle akşam yemeğinin ardından sinemaya gitmeleri ve çocuğun gözlerindeki mutluluk parıltıları çocuğun yaşamında ailenin önemini bir kez daha akla getirir. 
Filmin sonunu biraz değiştirmek isteseydik; Antonie denize ulaşır ama hayatın erken yaşta yüklediği yorgunluk hayalinden de tat almasına engel olur. Ne umdum ne buldum misali ya ıslah evine yada ailesinin evine döner. Daha sonra ıslah evinde kalan ceza süresini doldurur. Ardından Andre Bazin gibi bir üstadla karşılaşıp hayatının dönüm noktasını bu sayede tamamlar. Gerçek Truffaut olarak film bir başarı öyküsü olarak bitirip kendisine küçük bir jest yapabilirdi. 

        HAFIZASI ZAYIF KİŞİLER DIŞINDA ERGENLİK KİMSEDE TATLI HATIRALAR BIRAKMAZ.                                                                                                        FRANÇOİS TRUFFAUT


THE WAVE( TEHLİKELİ OYUN) - 2008



Film Almanya'da bir okulda geçmektedir. Bir hafta sürecek olan proje haftasında Otokrasi ve Anarşi derslerinden biri seçilecektir. Başrolde öğretmen Rainer Wenger anarşi dersini vermek istemesine rağmen kendisine okul yönetimi otokrasi dersi verilir. Okul yönetimi ve anarşi dersini anlatacak olan öğretmen geleneksel eğitim anlayışının tipik örnekleridir. Rainer Wenger öğrencileriyle daha iyi bir diyalog içerisinde. Aynı okulda çalışan eşi Anke Wenger iyi bir öğretmen fakat daha egoist öğrencileri kendisini örnek almamasından rahatsız.  Öğrencilerin ilgisizliği üzerine  farklı bir ders işlemek isteyen Wenger öğrencilerinden kendisini lider olarak kabul etmelerini ister. Wenger farklılıkların olmadığı bir grup oluşturmak istemektedir. Artık bir grup olmuşlar kendilerine Dalga ismini vermişler ;beyaz gömlek giyip , grup logosu oluşturup , kendilerine özgü bir selamlaşma bile geliştirmişlerdir. Bazı öğrenciler gruba dahil olmak istemezler. Filmde Sinan ismiyle Türk öğrenci de göze çarpmakta.




Ancak olayı fazla abartan öğrenciler ergenliğinde vermiş olduğu heyecanla olumsuz davranışlar sergilemeye başlar Diktatörlük, terör, anarşi,otokrasi...  Kimlik arayışı içinde olan gençler olayı fazla abartır..Ailelerinden de ilgi göremeyen öğrenciler de yaşadıkları duygudan vazgeçmek istemez. Öğretmen başta bir şeyi öğretmek ister, öğrenci bunu reddeder fakat zamanla kabul edip o  kimliğe bürünür artık onun bir parçası olmuştur. Bundan vazgeçmeleri istendiğinde de öğrenciler direnmiş olay trajik bir son bulmuştur. Tim Stoltefuss bu grupta belki  kendini en iyi hisseden öğrenciydi ama  filmin sonunda Bay Wenger'in grubu dağıtmak için toplandığı salonda durumu kabullenemeyip arkadaşını ve kendisini vurur.
Filmi böyle trajik bir sonla bitirmeyip; Bay Wenger problemli öğrencisi Tim'in durumunu daha önce fark edebilmiş olsa ve onu duygularını incitmeden bir uzmandan da yardım almasını sağlayabilirdi. Bu şekilde öğrencide düzelme sağlansa diğer arkadaşlarında da olumlu etki bıraktırılabilirdi. Olaylar bu boyuta gelmeden önce öğretmen müdahale etmeliydi. Grubu daha faydalı faaliyetlerde yardım faaliyeti, sanatsal faaliyet vb bulunmaya yönlendirebilirdi. Eğer olaylar bu şekilde gelişmiş olsaydı son sahnede de grubu sonlandırmak için değil de onları takdir, tebrik etmek için toplanmış olurlardı. öğretmen öğrencilerin içindeki gençlik enerjisini aleyhine değil de hem kendisi hem de onların lehine kullanabilirdi.